Hz. Âişe (r.a) şöyle anlatır:
“Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) son hastalıklarında:
«–Ebû Bekir’e emredin, insanlara namaz kıldırsın!» buyurdular.
Ben:
«–Ebû Bekir Siz’in makâmınızda durduğunda ağlamaktan (kıraati) insanlara işittiremez. Ömer’e emretseniz de insanlara namazı o kıldırsa!» dedim.
Hafsa’ya da:
«–Efendimiz’e; “Ebû Bekir Siz’in makâmınızda durduğunda ağlamaktan (kıraati) insanlara işittiremez. Ömer’e emretseniz de insanlara namazı o kıldırsa!” deyiver!» dedim.
Hafsa (r.a) dediğimi yaptı. Bunun üzerine Rasûlullah Efendimiz (s.a.v):
«–Yeter! Şüphesiz siz Yûsuf (a.s)’ın yanındaki kadınlar gibisiniz! Ebû Bekir’e emredin, insanlara namazı kıldırsın!» buyurdular.”
Bunun üzerine Hafsa (r.a), Hz. Âişe’ye:
“Zâten bana senden bir hayır gelecek değildi!” diyerek (canının sıkıntısını ızhar etti). (Buhârî, Ezân, 46)
***
Zührî (r.a) şöyle anlatır:
“Bana Enes ibn-i Mâlik el-Ensârî (r.a) haber verdi ki, o, Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e tâbî olarak O’ndan hiç ayrılmamış, zât-ı şeriflerine hizmet etmiş ve sahâbî olmuştur:
«Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in vefat ettikleri hastalıklarında Ebû Bekir (r.a) ashâb-ı kirâma namaz kıldırıyordu. Nihayet Pazartesi günü olunca sahâbîler saflar hâlinde namaza durdukları esnada Nebiyy-i Muhterem Efendimiz (s.a.v) odalarının perdesini açıp bize bakmaya başladılar. Ayakta duruyor ve mübarek yüzleri Mushaf yaprağı gibi parıl parıl parlıyordu. Sonra tebessüm ettiler. Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’i görmenin sevinciyle az kalsın namazı bozuyorduk. Ebû Bekir (r.a), Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in namaza çıktığını zannederek (ilk) safa girmek için geri geri gelmeye başladı. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) bize; “Namazınızı tamamlayın!” diye işaret ettiler ve perdeyi örttüler. İşte o gün vefat ettiler».” (Buhârî, Ezân, 46)
Şerh:
Bu Sabah Namazı, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) vefat etmeden evvelki namazların sonuncusudur.
İmâmete en lâyık olan kişi, fıkhı en iyi bilendir. Namaz câiz olacak kadar kıraati düzgün olmak şartıyla fıkhı ve Sünnet’i yani İslâmî hükümleri en iyi bilen kişi öne geçirilir. İlim ve kıraatte eşitseler, sırasıyla verâsı (şüpheli şeylerden kaçınması), yaşı, ahlâkı, yaratılışı üstün olan imam yapılır. Bunlarda da eşitseler ya kur’a çekerler veya cemaatin tâyin ettiği bir kişi namazı kıldırır.
İlk zamanlar Kur’ân’ı daha iyi okuyan, ezberi daha çok olan kişilerin imam olması tavsiye ediliyordu. Amr ibn-i Seleme (r.a) şöyle anlatıyor:
“Yaşadığımız bölge, Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in ziyaretçilerinin yol güzergâhındaydı. Ziyaretten dönenler bize uğrar ve «Rasûlullah (s.a.v) şöyle şöyle buyurdular…» diye haber verirlerdi. Ben hâfızası kuvvetli bir çocuktum, bu sâyede Kur’ân-ı Kerim’den birçok (sûre) ezberlemiştim. Babam, kabilesinden bir heyetle birlikte Nebiyy-i Muhterem (s.a.v) Efendimiz’e elçi olarak gitmişti. Allah Rasûlü (s.a.v) de onlara namazı öğretip;
«Kur’ân’ı en iyi bileniniz size imam olsun!» buyurmuşlar.
Ezberlediğim sûreler sebebiyle aralarında Kur’ân-ı Kerîm’i en iyi bilen bendim. Bu sebeple beni öne geçirip imam yaptılar. Üzerime sarı küçük bir hırka giyerek onlara namaz kıldırıyordum. Secdeye vardığım zaman hırka vücudumdan sıyrılıp kısalıyordu. Kadınlardan biri; «İmamınızın avret mahallini bizden gizleyin!» dedi. Bunun üzerine bana Umman kumaşından bir gömlek satın aldılar. Müslüman olma nimetinden sonra bundan daha fazla sevindiğim bir şey olmadı. Kavmime imamlık yaparken 7 veya 8 yaşımdaydım.” (Ebû Dâvûd, Salât, 60/585. Krş. Buhârî, Meğâzî, 53)
Ancak ilerleyen zamanlarda Kur’ân’ı daha iyi okuyup da fakih olmayan kimse kalmadı. Bu sebeple namaz sahîh olacak kadar kıraati düzgün olmakla birlikte fıkhî bilgisi daha fazla olanlar tercih edildi.